Akıcılık Bozukluklarının Okul Çağı Ve Ergenlik Dönemindeki Çocuklar Üzerindeki Etkileri

Akıcılık Bozukluklarının Okul Çağı Ve Ergenlik Dönemindeki Çocuklar Üzerindeki Etkileri

Son yıllarda yapılan araştırmalar akıcılık bozukluklarının yüzey kısmı olarak adlandırdığımız (takılmalar, duraksamalar, bloklar, vb.) özelliklerinin çok daha derinlere uzandığını ve bireyin durumunun psiko-sosyal alanlar ve anksiyete problemleri çerçevesinde çok yönlü bir yaklaşım ile ele alınması gerektiğini ortaya koymuştur.

Üç parçadan oluşan bu yazımızda akıcılık bozukluklarının bireye ve bireyin ailesine (kardeşler, anne-baba ve eşler) olan etkilerini ele alacağız. Janet Beilby’nin 2014 yılında yayınladığı makaleden derlenen bu yazımızda “Akıcılık Bozukluklarının Okul çağı ve Ergenlik Dönemindeki Çocuklar Üzerindeki Etkileri” konusunda siz okurlarımızı bilgilendirmeyi amaçlıyoruz.

Başlangıç olarak sizlere okul çağı ve ergenlik dönemindeki çocukların kekemelikle yaşadıkları sorunlar hakkında daha derin bir bakış açısı kazandırmak istedik. Ailelerin raporları, kekeleyen çocukların takılmalar başladıktan kısa süre sonra bu durumun farkına vardıklarını ve iletişimlerinin erken yaşta zarar gördüğünü bildirmektedir. Kekeleyen çocukların konuşmalarına karşı akıcı konuşan çocuklara göre daha olumsuz tutumlar sergiledikleri ve bu olumsuz tutumların yaşla ve kekemeliğin şiddeti ile arttığı görülmektedir.

Bugüne kadar araştırmalar, tutuk konuşmanın okul çağındaki ve ergen dönemi yaş gruplarında yarattığı olumsuz etkilerin niteliğini veya boyutunu belirlememiştir. Bu yaş aralığı sağlık araştırmalarında “görünmez” olarak tanımlanmıştır, çünkü bu çocuklar ve gençler zihinsel sağlık sorunları için önemli ölçüde risk altındadırlar. Nitelikli zihinsel sağlık araştırmalarında ortaya çıkan temalar, bu tür gençlerle içe kapanıklık, yetişkinlerle konuşmaktan kaçınma, çok güçlü duygusal hisler ve ebeveynlerle, öğretmenler ya da danışmanlardan ziyade kendi yaş grupları veya kendi başlarına zaman geçirme istekleri olduğunu ortaya koymuştur.

Janet Bielby çalışmasında kekeleyen çocuklarla ergenlerin tepkileri ve tecrübelerinin detaylarını inceleyip, bunları akıcı konuşan eş bir kontrol grubu ile karşılaştırmış. Sonuç olarak kekeleyen bireylerin psiko-sosyal alanlarda yaşadığı sorunları belli maddeler hâlinde ortaya koymuştur.

Akıcılık bozukluğu yaşayan çocukların tecrübeleri hakkında bildiklerimizi ve bunların terapi süreçlerinde neden önemli olduğunu şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Bu gençler akıcı konuşan akranlarıyla karşılaştıklarında yaşam kalitelerinde azalma yaşamaktadırlar.
  • Bu gençler, özellikle ergenler olmak üzere konuşma güçlüklerinden dolayı can sıkıntısı, üzgünlük yaşamaktadırlar.
  • Yaşamları üzerinde, özellikle sosyal etkileşimlerinde akıcı konuşan akranlarına göre daha büyük olumsuz etkiler yaşarlar.
  • Konuşma konusunda büyük endişe duyarlar. Hislerini, davranışsal ve bilişsel tepkilerini abartırlar ve günlük durumlarda iletişimi ciddi şekilde göz ardı ederler.
  • Çocuklar için, takılma sıklığı ile öz-farkındalık ve kekeleme deneyimleri hakkındaki düşünceleri arasında ciddi bir ilişki vardır.
  • Ancak, ilginç bir şekilde kekeleme sıklığı ile “Kekemelik Deneyimi Genel Değerlendirmesi”nin diğer bölümleri arasında anlamlı bir ilişki yoktur. Yani, çocuk büyüdükçe, ters etki açık konuşma kesintileri ile belirlenmez.
  • Gençlerin takılmalı konuşmasının geleneksel yüzey şiddeti(takılmalar, tekrarlar, bloklar) bozukluğun etkisiyle ne kadar zorlandıklarını göstermez. Yüzey resminin yanıltıcı olması muhtemeldir- “hafif” olarak sunulanlar, takılmalı konuşmaları daha belirgin ve görünür olanlar kadar ya da olanlardan daha fazla acı çekebilir.
  • Klinik alanda konuşmaları akıcı olan gençlerin de kendi konuşma yetilerine karşı bir miktar olumsuz tepkilerinin olduğu düşüncesi bulunmaktadır. Birçok insan kendi konuşma yetilerini beğenmez. Bu nedenle, kekemeliğe karşı olumsuz reaksiyonları hedef alan terapinin amacı, başarılı olmak için “sıfır negatif tepki” sonucunu aramaya gerek duymaz. Çocuğun tepkilerini “normal” olarak algılamasına yardımcı olmak (konuşma konusunda düşük düzeyde bir endişe yaratmak) daha makul bir sonuç olabilir.
  • Gençlerin iletişime yönelik tutumlarına ilişkin klinik değerlendirme önceliklidir, ancak kaygı düzeyleri ve olumsuz beklentileri azaltmaya yönelik psiko-sosyal destek de akıcı konuşma stratejileri kadar önemlidir.

KAYNAK: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/24782275