İşitme Kayıplı Bireyler için Müzik Terapisi
İşitme engeli, birçok kişi tarafından duyusal engeller arasında en yıkıcı olanı olarak kabul edilmektedir. Görme bozukluğu bizi nesnelerden uzak tutan çevresel engelken, işitme bozuklukları bizi insanlardan uzak tutan iletişim engelleridir (Darrow, 1989). İletişim sosyal ve bilişsel varlığımızın temelidir ve o olmadan dünyadan koparız. Bu nedenle, işitme engellilerle müzik terapisindeki klinik uygulamalar, iletişimle yakından ilgili alanlara odaklanmıştır: işitsel eğitim, konuşma üretimi ve dil gelişimi. Bu iletişim eksiklikleri üzerinde çalışarak, müzik terapisi sosyalleşmeyi ve benlik saygısını geliştirme etkisine sahiptir.
Müzik terapisi birçok insana hala pratik gelmemektedir. Bu durum büyük ölçüde işitme engelli bireyin müzikal uyaranları duyma ve değerlendirme kapasitesine ilişkin yanlış kanılardan kaynaklanmaktadır. Darrow’un (1989) belirttiği gibi, işitme engelli bireylerin yalnızca küçük bir yüzdesi hiç duymamaktadır. Ayrıca, frekansların çeşitliliği ve olağan yoğunluğu nedeniyle, müzik algısının işitme engelliler için konuşma sinyalinin karmaşıklığından daha erişilebilir olduğunu öne sürmektedir.
Müzik, son derece esnektir ve danışanın işitme seviyesine, dil seviyesine, olgunluğuna ve müzik tercihine göre değiştirilebilir. İşitme engellilerle müzik terapisi için kapsamlı bir kaynak el kitabı ve müfredat rehberi tasarlayan Robbins & Robbins (1980), konuya müzikalitenin her bireyde doğuştan var olduğu yaklaşımıyla yaklaşmaktadır. Müzikalite ile, “müzik” olarak tanımlanan ritmik ve tonal çeşitlilik ve düzen deneyimlerine doğrudan yanıt veren içsel duyarlılıklarımıza ve kapasitelerimize değinirler. Müziğin insan üzerindeki etkisinin çok yönlü olduğunu vurgularlar. Dışa dönük bir faaliyet ve içe dönük bir deneyim aracıdır ve konuşma ve dil, iletişim ve düşüncenin yanı sıra bedensel ifade ve çok çeşitli duygularla doğrudan ilişkilidir. Müzik terapisi, işitme engelli bireyleri dışlamak yerine onları kucaklar ve habilitasyonlarını ve genel gelişimlerini destekler.
Müzik terapisi işitme bozukluğu olan kişiler için şunları yapabilir:
İşitme duyusunu geliştirir, eğitir ve işitme duyusunun kullanımına fayda sağlar.
İşitsel eğitim, işitme engelli bireylerle yürütülen habilitasyon sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu bireyler, sosyal ve iletişimsel gelişimlerinin hızını ve kalitesini artırmak için çevrelerindeki sesleri, özellikle de konuşmaları yorumlamayı ve konuşmalara katılmayı öğrenmelidir. İşitsel eğitimin temel amacı, işitme engelli bireylerin işitme yetisini mümkün olan en üst düzeyde geliştirmektir. İşitme engelli bireyler, karmaşık bir zihinsel ve işitsel süreç olan dinlemeyi öğrenmelidir. İşitsel eğitim, işitme engelli danışanda sese odaklanmış ve analitik bir dikkat geliştirmeye çalışır ve sıkıcı ve ilgi çekici olmayan bir süreç haline gelebilir. Bu sebeple müzik, motive etmek ve canlandırmak için yararlı bir araç haline gelir.
Konuşma ve müzik birçok ortak özellik içerir. Konuşma ve müziğin işitsel algısı, farklı sesleri, bunların perdelerini, sürelerini, yoğunluklarını ve tınılarını ve bu seslerin zaman içinde nasıl değiştiğini ayırt etme becerisini içerir. Bu özellikler, dinleyicinin sesleri yorumlama ve onlara anlam yükleme becerisine yardımcı olur. Müzik ve konuşma arasındaki bu ortak özellikler, müzik ve müzik terapisinin geleneksel işitsel eğitim tekniklerini geliştirmek için alternatif ve zevkli bir araç sağlamasına olanak tanır (Darrow, 1989).
Müzik terapisi prosedürleri, işitsel eğitimde bir dizi hedefi etkili bir şekilde ele alabilir. Sese dikkat, sesteki farklılıklara dikkat, nesnelerin ve olayların seslerinden tanınması ve sesin mesafesini ve yerini belirlemek için işitme duyusunun kullanılması, müzikal deneyimler yoluyla eğitilebilir (Darrow, 1989). Ayrıca, Robbins & Robbins (1980) uygun müziğin konuşmaya kıyasla daha kolay duyulup özümsendiğini ve bu nedenle artık işitmeyi kullanmak için doğal bir motivasyon yaratma olasılığının daha yüksek olduğunu bulmuştur.
Amir & Schuchman (1985) müzikal ses farkındalığı, tempo farkındalığı ve basit ritim kalıplarının algılanması, yoğunluk zıtlıklarının farkındalığı, müzikal seslerin tanınması ve müzikal ses kalıplarının anlaşılması becerilerini geliştirmek ve iyileştirmek için bir müzik terapisi programı uygulamıştır. Bu tür bir programın etkinliğine ilişkin bir araştırma, ileri derecede işitme engelli bir kişinin artık işitmesinin belirli yönlerinin, müzik bağlamında sistematik bir işitsel eğitim programı aracılığıyla ölçülebilir bir şekilde iyileştirilebileceğini göstermiştir.
Özellikle, deneklerin ayrımcılık seviyeleri önemli ölçüde iyileşmiş ve deneklerin müzik ortamında aldıkları pratik çevresel seslere de genellenmiştir. Amir & Schuchman ayrıca, danışanların işitsel modaliteyi kullanmalarını pekiştiren ilginç bir çeşitlendirme ve olumlu bir öğrenme deneyimi sağladığı için müzik kullanımını desteklemiştir. Konuşma gelişimini arttırmak ve konuşma prozodisini geliştirmek. İşitme engelli kişilerin konuşmaları genellikle garip ve doğal olmayan olarak tanımlanır. Bu bireyler genellikle kelimelerin telaffuzunu, ses tonunu veya konuşma ritmini izlemek ve ayarlamak için gerekli geri bildirim mekanizmalarından yoksundur. Sonuç olarak, konuşma üretimleri genellikle belirsiz veya bozuktur.
İşitme engelli konuşmacılar, normal işiten konuşmacılara göre daha az perde ve tonlama değişikliği gösterme eğilimindedir ve bu da monoton bir ses tonuna neden olur. Genellikle heceleri ve/veya cümleleri uzatırlar ve sıklıkla uygunsuz bir şekilde duraklarlar. Bu ritmik ve tonlama sorunları genellikle konuşmanın anlaşılabilirliğini etkiler. Müzik terapisi teknikleri ve aktiviteleri, konuşmanın bu prozodik özelliklerinin, ritim, tonlama, hız ve vurgunun gelişimine etkili bir şekilde yardımcı olabilir. Darrow (1989) müzik terapisinin konuşmanın anlaşılabilirliği, vokal tonlama, vokal kalitesi ve konuşma akıcılığına yönelik kullanımını tartışmaktadır. Nefes alma süreçleri, ritmik ve zamanlama gereksinimleri ve şarkı söylemek için gereken perde ve artikülasyon, danışanlar için önemli bir yapı ve motivasyon sağlar. Darrow ayrıca terapist tarafından sürekli geri bildirimin önemini vurgulamaktadır.
Darrow & Starmer (1986) ses eğitiminin işitme engelli çocukların konuşmalarındaki temel frekans, frekans aralığı ve konuşma hızı üzerindeki etkisini incelemiştir. İşitme engelli konuşmacılar daha yüksek bir temel frekansa sahip olma ve ses perdesini daha az değiştirme eğilimindedir ve bu da konuşmanın anlaşılabilirliğinde sorunlara yol açmaktadır. Bu çalışmanın sonuçları, spesifik ses eğitiminin ve uygun şekilde daha düşük tuşlarda şarkı söylemenin, işitme engelli danışanın konuşmasının temel frekansını ve frekans aralığını değiştirmeye yardımcı olabileceğini göstermektedir. Darrow (1984) tarafından yapılan bir başka çalışma, müzik terapisinin ritmik duyarlılığı eğitmedeki rolüne işaret etmekte ve böylece konuşmanın ritmik unsurlarına duyarlılığı iyileştirmektedir.
Staum (1987) da işitme engelli danışanlarda konuşma prozodisini geliştirmek için müzik notasyonunu başarıyla kullanmıştır. Danışanların tanıdık ve yabancı kelimeleri veya kelime seslerini uygun ritmik ve çekimsel yapı ile eşleştirmelerine yardımcı olmak için tasarlanmış görsel bir notasyon sistemi kullanmıştır. Geliştirilmiş konuşma prozodisinin yanı sıra öğrenmenin önemli ölçüde genelleştirilmesi ve aktarılması için önemli olumlu sonuçlar bulunmuştur.
Robbins & Robbins (1980), işitme engelli danışanlarla yaptıkları kapsamlı çalışmalardan sonra, müzik terapisinin potansiyel katkısının, bireyin genel olarak konuşmayı öğrenmesi ve kullanmasının pekiştirilmesi ve/veya hızlandırılması, daha fazla vokal/sözel durağanlık ve güven, ses kalitesinin iyileştirilmesi ve tonlama ve ritmik ilkelerin daha özgür bir şekilde kullanılmasında belirgin olması gerektiğini öne sürmektedir.
Dil gelişimi ve eğitimini geliştirmek ve genel iletişim becerilerini iyileştirmek
İşitme kaybı olan çocuklar için sınırlı işitsel girdi, yalnızca başkalarının konuşmalarını duyma becerisini engellemekle kalmaz, aynı zamanda kendi dil gelişimleri üzerinde de olumsuz bir etkiye sahiptir. Dile düzenli olarak işitsel olarak maruz kalmak, normalde çocuk tarafından tesadüfen özümsenen kelime dağarcığı, sözdizimi, anlambilim ve pragmatik hakkında önemli bilgiler sağlar. Bu tür bir maruziyet olmadan, işitme engelli çocuk genellikle bir dizi dil sorunu yaşar. Yaygın zorluklar arasında kelime dağarcığının azalması, kelimelerin çok sayıda anlamının anlaşılmasında zorluk, kelimelerin daha az uygun kullanımı, daha az kesin yapı ve içerik vb. yer alır. Dili uygun şekilde kullanmadaki zorluklar, bireyi anlamlı iletişimden ve başkalarıyla etkileşimden daha da uzaklaştırır. Dil sorunları okuma, yazma ve anlama gibi diğer akademik görevleri de olumsuz etkileyebilir (Gfeller ve Baumann, 1988).
Müzik terapisi, işitme engelli danışanın iletişim becerilerine ve dil eğitimine önemli ölçüde katkıda bulunabilir. Örneğin Gfeller (1990), müzik terapisinde sözlü ve daha sonra yazılı kelimelerle eşleştirilebilen canlı müzik ve hareket deneyimlerinin zengin repertuarını tartışmaktadır. Özellikle küçük çocuklar, öncelikle motorik düzeyde çalışırlar ve çevrelerini doğrudan manipüle ederek öğrenirler. Müzik aletleri ve materyalleri, duyusal ve motor katılım için zengin kaynaklardır. Müziğin sağladığı çok duyulu deneyim, sonunda zihinsel temsillere veya sembollere bağlanan değerli bir öğrenme aracıdır (Gfeller, 1990).
Müzikal olaylar ve sekanslar müzik terapisti tarafından etiketlenebilir veya tanımlanabilir, böylece çocuk için dil modelleri sağlanır. Dil rehabilitasyonu uzun ve zorlu bir süreç olabileceğinden, müzik terapisti aktiviteleri eğlenceli ve ilgi çekici olacak şekilde tasarlayarak önemli bir motivasyon sağlar. Müzik terapisi aktiviteleri, dil kavramlarını farklı bağlamlarda deneyimleme fırsatı da sağlayabilir. Diğer araştırmalar da müzik deneyiminin dil sanatları eğitimine entegre edilmesinin faydalı olduğunu ortaya koymuştur (Darrow, 1989; Gfeller ve Darrow, 1987).
Müzik sadece motivasyonu artırmakla kalmaz, aynı zamanda danışanın yeni kelimelerin anlamını içselleştirmesine yardımcı olabilecek çok duyulu bir öğrenme yaklaşımı sağlar. Örneğin şarkı söylemek, yoğun dinleme ve vokal aktivitesi için bir fırsat sunar. Şarkı öğrenmek işitsel ayırt etme, harf seslerini ayırt etme ve bütünleştirme, heceleme ve telaffuz konularında pratik yapmayı teşvik edebilir (Gfeller ve Darrow, 1987). Ayrıca kelime dağarcığının gelişmesine yardımcı olabilir ve cümle yapısı ve anlambilim çalışmaları için deneyimler sağlayabilir.
Şarkı yazmak da aynı hedeflerin çoğunu gerçekleştirebilir. Şarkılar aynı zamanda tekdüzelikten uzak, desenli alıştırma avantajına da sahiptir.
Müzik terapisi, işitme engelli danışanların dil gelişimini ve eğitimini geliştirmenin ötesinde, “ses tonu” ile aktarılan anlamlar hakkında bir miktar farkındalık ve içgörü sağlayarak iletişim becerilerini daha da geliştirebilir. Başkalarıyla iletişimde önemli ipuçları yüz ifadesi, beden dili, ses tonu ve dinamik yoğunluk gibi unsurlardır. Kişinin kendisinin ve diğerlerinin dil stilizasyonuna yönelik farkındalık ve duyarlılık, müzik terapisi ortamında başarılı bir şekilde ele alınabilir.
Şarkı söylemeyi stilize ederek ve şarkılara stilize bir şekilde işaret ederek, birey başkalarıyla iletişimde bu nüansları kullanmayı ve bunların farkında olmayı öğrenebilir (Gfeller ve Darrow, 1987). Sözler ve melodik çizgi birlikte sözlü kelimeden daha büyük bir duygu derecesini yansıtabildiğinden, müzikal işaret aynı zamanda duygusal öz ifadenin keşfedilmesi için bir fırsat sağlar.
Sosyalleşmeyi, öz farkındalığı, duygusal tatmini teşvik eder ve öz saygıyı artırır.
Bazı literatür, işitme engelli bireyleri aşağılık duygusu ve depresyonun yanı sıra kopukluk ve izolasyon duygularına sahip olarak nitelendirmiştir (bkz. Galloway ve Bean, 1974). Zayıf beden imajı ve farkındalık, dil ve iletişim eksiklikleri ve sosyal izolasyon bu duygulara önemli ölçüde katkıda bulunur. Müzik terapisi, bu sorunları ele almak ve işitme engelli bireyin özgüvenini artırmak için önemli bir yol sağlayabilir. Brick (1973), eurhythmics’in (uyumlu ve etkileyici vücut hareketleri sanatı) ve müzik etkinliklerinin danışanlara yaratıcı güçlerini kullanan zevkli bir deneyim sağladığını bulmuştur. Bu da özsaygı, başarı gururu ve grup işbirliğinin gelişmesine yardımcı olmuştur. Robbins & Robbins (1980) de grup müzik etkinliklerinin sosyal uyum için etkili modeller olduğunu bulmuştur.
Müzik deneyimlerindeki içsel ödüller, dirençli danışanı işbirliği yapmaya, dikkati dağılanı konsantre olmaya ve başarısızlık beklentisi içinde olanı çabalarını tamamlamaya motive ediyor gibi görünmektedir. Diğer alanlarda genellikle başarısız olan danışanlar, müzikteki başarıları sayesinde özel destek ve telafi alabilirler. Beden imajı ve farkındalık da müzik terapisi egzersizleriyle geliştirilebilir. Galloway & Bean (1974) aksiyon şarkılarını ve müzik eşliğinde hareket etmeyi özellikle etkili bulmuştur. Robbins & Robbins (1980) de gerçekçi ve olumlu benlik imajının önemini vurgulamaktadır.
Müzikal deneyimler yoluyla öğrenilen hareket becerilerinin özgüveni, koordinasyonu, doğal duruşu ve fiziksel esenlik duygusunu önemli ölçüde artırabileceğini bulmuşlardır. Orijinal şarkılar söylemek, çalmak veya imzalamak da bireye kendini ifade etme ve duygusal tatmin için önemli fırsatlar sağlayabilir. Gfeller & Darrow (1987), kendi besteledikleri şarkıları imzalamanın veya söylemenin, işitme engelli bireylerin yazılı olarak üretilmesi çok zor olabilecek düşünceleri, duyguları ve fikirleri ifade etmelerine veya göstermelerine olanak sağladığını öne sürmektedir.
Staum (1987) ayrıca müzik terapisi tekniklerinin ve prosedürlerinin aslında özel müzik derslerine veya genel müzik sınıfına kolayca entegre edilebilecek işlevsel bir beceri sağlayabileceğini bulmuştur. Terapi ortamı dışında aktarılabilen bir beceriye sahip olarak, bireyler yeni durumlar deneyimleme, yeni insanlarla tanışma ve kendilerini diğer gruplarla birlikte çalışırken bulma konusunda daha yetenekli ve muhtemel olabilir. Bu da, sosyal sorumluluk duygusunun yanı sıra tanınma, gurur ve benlik ve sosyal saygıyı teşvik edebilir.
Makalenin orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Diğer makalelerimize göz atmak için buraya tıklayabilirsiniz.
Kaynakça
Amir, D., & Schuchman, G. (1985). Auditory -training through music with hearing-impaired preschool children. The Volta Review, 87(7), 333-343.
Investigates the effects of auditory training within a musical context on how hearing-impaired preschool children use their residual hearing. Found music therapy techniques to be a useful adjunct to other techniques for maximizing residual hearing use.
Brick, R. (1973). Eurhythmics: One aspect of audition. The Volta Review, 75(3)155-160.
Describes the use of eurhythmics–the art of. harmonious and expressive bodily movement-to enhance the teaching of speech and audition.
Darrow, A. (1984). A comparison of rhythmic responsiveness in normal and hearing impaired children and an investigation of the relationship of rhythmic responsiveness to the supra segmental aspects of speech perception. Journal of Music Therapy, 21(2), 48-66.
Investigates differences between normal and hearing impaired children’s rhythmic responsiveness. Discusses rhythmic responsiveness as related to perception of prosodic elements of speech.
Darrow, A. (1989). Music therapy in the treatment of the hearing-impaired. Music Therapy Perspectives, 6, 61-70.
Details a music therapy procedure for auditory training and the speech and language development of the hearing impaired.
Darrow, A., & Starker, G. (1986). The effect of vocal training on the intonation and rate of hearing impaired children’s speech. Journal of Music Therapy, 23(4), 194-201.
Examines the effect of vocal training on the fundamental frequency, frequency range, and speech rate. Results indicate significant reduction in fundamental frequency and increase in frequency range.
Galloway, H., & Bean, M. (1974). The effects of action songs on the development of body-image and body-part identification in hearing-impaired preschool children. Journal of Music Therapy, 11, 125-134.
Results suggest that music may be a useful method in teaching selected concepts to hearing-impaired persons.
Gfeller, K. (1990). A cognitive-linguistic approach to language development for the preschool child with hearing impairment: Implications for music therapy practice. Music Therapy Perspectives, 8, 47-51.
Outlines the basic components of a cognitive-linguistic model for language rehabilitation and discusses them as they relate to music therapy practice.
Gfeller, K., & Baumann, A. (1988). Assessment procedures for music therapy with hearing impaired children: Language development. Journal of Music Therapy, 25(4), 192-205.
Presents an overview of language problems common to hearing impaired children, and major treatment goals and procedures in speech pathology and music therapy. Prominent assessment procedures in measuring language development are also examined.
Gfeller, K, & Darrow, A. (1987). Music as a remedial tool in the language education of hearing-impaired children. The Arts in Psychotherapy, 14, 229-235.
Discusses the role and potential of creative experience, particularly songwriting and song signing, in the language arts education of hearing impaired children.
Robbins, C., & Robbins, C. (1980). Music for the hearing impaired and other special groups: A resource manual and curriculum guide. St. Louis: MagnaMusic-Baton.
Staum, M. (1987). Music notation to improve the speech prosody of hearing impaired children. Journal of Music Therapy, 24(3), 146-159.
Discusses music notational cues as effective in improving the verbal rhythmic and intonational accuracy of hearing impaired children’s speech.