İşitme Kayıplı Çocuklar

İşitme Kayıplı Çocuklar

Günümüzde işitme kayıplı çocukların dil edinebilmesi için erken teşhis ve cihazlandırma yanında cihazlandırma sonrası eğitimin de önemli olduğu tartışmasız kabul edilmektedir. Erken müdahalenin önemi uzun yıllardan beri anlaşılmış olup cihazlandırma sonrası erken eğitim uygulamaları ülkemizde hem özel rehabilitasyon merkezlerinde hem de üniversitelere bağlı eğitim ve araştırma merkezlerinde sürdürülmektedir.

Günümüzde işitme kayıplı çocukların dil edinebilmesi için erken teşhis ve cihazlandırma yanında cihazlandırma sonrası eğitimin de önemli olduğu tartışmasız kabul edilmektedir. Erken müdahalenin önemi uzun yıllardan beri anlaşılmış olup cihazlandırma sonrası erken eğitim uygulamaları ülkemizde hem özel rehabilitasyon merkezlerinde hem de üniversitelere bağlı eğitim ve araştırma merkezlerinde sürdürülmektedir.

Bütün alanlarda olduğu gibi erken özel eğitim alanı da başlangıcından bugüne kadar aynı kalmamış, uygulama ve araştırma sonuçlarına dayalı olarak zaman içinde değişimlere uğramıştır. 1970 ve 1980’lerdeki erken özel eğitim uygulamalarında benimsenen yaklaşım, eğitimcinin çocukla doğrudan çalışarak dil ve konuşma becerilerini çocuğa yapılandırılmış eğitim seanslarında öğretmeye çalışması ve anne-babaların bu teknikleri evde uygulaması yönündeydi. Çocuk merkezli olarak adlandırılan bu yaklaşımlarda anne-babalar aile eğitimi seanslarına gözlemci olarak katılmaktadırlar. Aileler evde yapacakları çalışmaları eğitimciyi izleyerek öğrenmekte, eğitimci tarafından hazırlanan yapılandırılmış planları evde uygulamaktadırlar .

1980’lerin sonlarından itibaren çocuk merkezli yaklaşımda anne-babalara verilen rol tartışılmaya başlanmış, anne-babaların çocuklarının eğitiminde daha aktif ve katılımcı bir rol almasının gerekliliği öne sürülmüştür.

Aile merkezli olarak adlandırılan bu yaklaşımla birlikte erken eğitim önemli değişikliklere uğramıştır. Amaçlanan hala çocuğun dil ve konuşmaya ilişkin becerilerini geliştirmektir. Aile ve eğitimcilerin bir araya gelme nedeni çocuktur. Ancak bu becerilerin çocuğa kazandırılmasında eğitimcinin anne-baba ile çalışarak, anne-babanın öğretme becerilerini geliştirmesi, eğitimcinin sadece çocukla çalışarak çocuğun dil becerilerini geliştirmeye çalışmasının önüne geçmiştir. Aile merkezli olarak adlandırılan bu yaklaşıma göre aile ile işbirliği oluşturarak, ailenin kuvvetli yönlerini desteklemek ve çocuklarının eğitimi ile ilgili yapabilirliklerini artırmak, sadece çocukla çalışarak belirli becerilerin çocuğa öğretilmesinden daha önemli görülmektedir.

Aile merkezli bakış açısı teorik temellerini Vygotsky’nin çalışmalarından almaktadır. Vygotsky gelişimde üç önemli konuyu açıklığa kavuşturmaktadır. Bunlardan ilki çocuğun erken dönem gelişiminin kendi kültürel grubu, özellikle ailesi içinde gerçekleştiğini vurgulamaktadır. Gelişim büyümenin gerçekleştiği topluluk içinde çocuğun, bu topluluğun etkinlik ve uygulamalarına katılımıyla oluşur. Gelişimi, çocuğun dış dünyayla etkileşerek özümsediği ve uyum sağladığı içsel bir süreç olarak gören Piaget’nin aksine Vygotsky, çocuğun topluluğu oluşturan diğer üyelerle birlikte yer aldığı aktivitelere katılımına daha fazla ağırlık vermektedir. Bu bakış açısına göre gelişimde odak nokta, bir birey olarak çocuk değil, bağlam içindeki çocuktur. Vygotsky tarafından tartışılan ikinci önerme öğrenme deneyimlerinin, daha tecrübeli bir birey, genellikle anne-baba veya bakım sağlayan yetişkinle girilen etkileşim sonucu oluştuğu görüşüdür.

Üçüncü olarak Vygotsky “yakınsal gelişim alanı” kavramını ortaya koyar. Yakınsal gelişim alanı çocuğun kendi başına yapabileceği şeylerle, yetişkin veya öğretmenin yardımıyla yapabileceği şeyler arasındaki gelişimsel fark olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle etkili bir öğrenme için yetişkin çocuğun yapabildiği ve kavradığı becerilerin hemen üzerinde hedefler belirlemelidir. Böyle bir durumda yetişkinin görevleri çocuğun var olan gelişim düzeyini saptama, gelişimde bir sonraki basamağı bilme, çocuğun günlük yaşantı içindeki deneyimlerini, ilgilerini, yapabilirliklerini, motivasyonu ve gelişimini bir üst basamağa çıkarmakta kullanabileceği etkili öğretme teknikleri olarak sıralanabilir.

Benzer eğilimlerin çocuğun dil edinimine ilişkin kuramlarda da özellikle 1970 ve 1980’li yıllarda ortaya çıktığı görülmektedir. Araştırmalar bu dönemde çocuğun dil edinme hızını etkileyen etkileşim özelliklerini belirlemek amacıyla anne/baba-bebek etkileşimine odaklanmıştır. Etkileşimde odaklanılan konuların büyük bölümü yetişkinin konuşma konularını kontrol etmesi, çocuğun iletişim davranışlarını genişletmesi ve dilin kullanımı konusunda yapılan yönlendirmelerden oluşmaktadır. Yapılan çalışmalardan elde edilen bilgilerin değerlendirilmesiyle birlikte, aileyi yaşamının ilk yıllarında çocuğun öğrenmesinde bağlamı oluşturan aktiviteleri sağlayan ve aile üyelerini de çocuğun ilk eğitimcileri olarak gören gelişim ve dil edinimi yaklaşımları ortaya çıkmaya başlamıştır. Gene bu dönemde işitme kayıplı çocuklarla anne-babaları arasındaki etkileşimi inceleyen çalışmalara da başlanılmıştır.

Anne-baba-çocuk etkileşimini değerlendiren çalışmaların işitme kayıplı çocukların eğitimi alanına yaptığı iki önemli katkıdan söz etmek mümkündür. İlk olarak işiten çocuk-anne-baba arasındaki etkileşimi gerçekleştiren özellikler saptanabilmiştir. İkinci olarak da anne-baba-çocuk etkileşimine dayanan etkin eğitim teknikleri belirlenebilmiştir. Yapılan çalışmalar ailelerin günlük rutinler içinde çocukla olan etkileşimlerinin, çocuğun iletişim becerilerinin gelişmesi için gerekli olan bağlamı ve bağlam içinde dil öğrenme olanaklarını sağladığını göstermektedir.. Anne-baba-çocuk etkileşimini zenginleştirmeye yönelik eğitim çalışmaları hem aile merkezli yaklaşımın temel felsefesini gerçekleştirmekte, hem de dil gelişimi fırsatlarını arttırmaktadır.

Kaynakça

Bu makale Doç. Dr. Zerrin TURAN tarafından yazılmıştır. Orijinal versiyonuna buradan ulaşabilirsiniz.