İnsanın Anlam Arayışı

İnsanın Anlam Arayışı

Avusturyalı bir psikiyatr olan Frankl, varoluşçu terapinin önde gelen isimlerindendir. Üçüncü Viyana okulu ve logoterapinin kurucusu olan Viktor Emil Frankl, alanına oldukça kıymetli eserler bırakmıştır. Ben ise İnsanın Anlam Arayışı kitabını ele alacağım yüz birinci basımını Özge Yılmaz’ın çevirisi ile okudum. Kitap iki önsöze ek üç kısımdan oluşuyor.

‘İnsanın Anlam Arayışı’ Konusu

Birinci önsözde Frankl’ın irili ufaklı birçok ıstıraptan mustarip olan danışanlarına: ‘Neden intihar etmiyorsunuz?’ sorusunu yönelttiğini okuyoruz. Bu soruya verilen cevapların, psikoterapinin ana hatlarını oluşturduğunu öğreniyoruz. Frankl bu soruyla birlikte bireylerin varoluşunun anlamına ilişkin yolculuk yapması için kapı aralıyor olmalı. Çünkü varoluşçu perspektif ile baktığımızda; insanın hayatına yönelik anlam bulması, yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için büyük önem taşıyor.

Bu kitabın en etkileyici taraflarından biri toplama kampı anıları olmalı. Frankl, yaşamın acı çekmek, hayatta kalmanın ise acıda anlam bulmak olduğunu söyler. Ve kitaptaki anılarla birlikte böylesine zorlu şartlar altında dahi yaşama nasıl tutunduğunu gözler önüne serer. Kendisi bu süreçte her türlü zorlayıcı olayı kazanıma çevirme çabasını hep sürdürüyor.

Belirlenen kaderin üzerine çıkma yetisinin ‘çektiği acılara değer olma’ yı seçerek olduğunu söylüyor. Hayatın her anında bir anlamın barındığını ifade eden Frankl, bunu uç şartlar altında dahi gerçekleştirebildiğini okuyucusuyla paylaşıyor. Bu paylaşımın, umutsuzluğa meyili olan insanlara yardımcı olabileceğini ifade eden Frankl, neler yaşadığını yazmasının bir sorumluluk olduğunu belirtiyor. 

Varoluşçu Yaklaşım

Varoluşçu ekolün tanımladığı sarmallardan bahsedelim. Sarmal iki, ‘sıradan’ olarak nitelendirebileceğimiz hayatın insan olmayı seçmiş bireyleri ifade eder. Sarmal bir ise; etrafından sorumlu olan, etrafını etkileyen özgür olmak isteyen, kendisini var etmek isteyen bireyleri ifade eder. Frankl’ın üstlendiği bu sorumluluk bilincini sarmal bir ile örtüşen, anlamlı bir farkındalık olarak karşımıza çıkıyor.

Frankl, tutsakların derilerine sayılar işlendiğini ve onların yalnızca bu sayılardan ibaret olduğunu söyler. Bu tutum varoluşçu yaklaşımın da ‘İnsanın var olduğu gerçeği, ne olduğundan daha temel bir gerçektir’ fikrini akla getiriyor. Çünkü burada tutsakların kimliklerinden geriye; varoluşları ve var oluşlarıyla birlikte kendilerini ortaya çıkaracakları anlam dışında hiçbir şey kalmıyor.

Kamp Yaşamı Evreleri

Tutsakların kamp yaşamına karşı zihinsel tepkileri üç evrede ele alınıyor: getirilişinin ardından hatta tesliminden bile önce başlayabilir birinci evre; kamp rutinine ayak uyduran ikinci evre; bırakılıp özgürleşmesinin ardından gelen üçüncü evre.

1. Evre : Auschwitz’e Varış

Frankl ilk evredeki en karakterize belirtinin ‘şok’ olduğunu söyler. Kendi teslim koşullarını tasvir ettiğinde bu tepkiyi, olağan bir tepki olarak nitelendirmek zor olmayacaktır. 

İçinde Frankl’ın da olduğu, her vagonun seksen, toplamında bin beş yüz kişi taşıyan bu trenin varışı ‘Auschwitz’ tir. Auschwitz; gaz odaları, fırınlar ve katliamların hepsini içeren dehşetin kendisidir. Buraya geliş sonrasında tutsaklar; çalışabilen ve çalışamaz durumda olanlar ikiye ayrılır. Frankl, bu ayrımda ‘çalışabilir’ gruba gönderilir.

Sonrasında çalışmaz durumda olan bir meslektaşını aramaya başlar. Onu bulduğu an ise hem kendisi hem biz okuyucuları için oldukça sarsıcıdır. Çünkü arkadaşı ona birkaç metre ötede Polonya’nın gri göğüne uzanan bacada uğursuz bir dumanla birlikte uçuyordur.

İnsanlığın kırıntısına rastlamakta oldukça zorlanacağımız birçok durum, yanında kendisi kadar çeşitli tepkiler getirmiş oluyor. Frankl bu ve bunun gibi ‘anormal’ durumlar karşısında verilen ‘anormal’ tepkilerin ‘normal’ olduğunu söyler. Hatta psikiyatrların bu normal tepkileri normalliğin ölçüsü olarak değerlendirdiğini belirtir.

2. Evre: Kamp Yaşantısı

Kamp rutinine ayak uydurulan dönem ikinci evre olarak karşımıza çıkıyor. Bu evre bir tür duygusal ölümün sonucu olarak edinilen göreli tepkisizlik olarak tasvir ediliyor. Frankl, tutsakların bu dönemde karşılaşılan acımasız durumları bile olağan bir olaymış gibi gördüğünden bahsediyor. Ve kitapta bu durumla ilgili çeşitli can sıkıcı örnekler veriyor. Aslında bu evreye geçiş, insanın akıl sağlığını bir nebzede olsa korumak için oldukça gerekli olmalı. Çünkü bunca zorlu yaşam olayını düşünmek bile insanda hayli negatif duyguları tetikliyor. Bu faktörler içinde yaşamak zorunda kalmış tutsakların ruhsal durumları farklı şekiller de karşımıza çıkıyor.

Karşılaşılan durumlara ilişkin yorumlamalar gibi önceki entelektüel yaşama alışmış kişilerin iç benlikleri daha az hasara uğradığına değinilmiş. Frankl, bu süreçleri yaşarken karısının imgesine tutunduğundan bahsediyor. Ve sevginin sevilen kişiden çok daha öteye gittiğini en derin anlamını tinsel varlıkta ‘iç benlik’  te bulduğunu ekliyor.

Frankl’ın karısının imgesine tutunması, iç yaşantıyı ön planda tutmanın da bir örneği. Kişinin zihnine düşüncelerindeki ayrıntılara odaklanarak doğayı daha önce olmadığı gibi deneyimleyebildiklerinden bahsediliyor. Hatta bunların etkisinde iken kendi korkunç koşullarını bile bazen unutabildiğini ekliyor.

Bunun yanında, mizahın ruhun kendisini koruma savaşında başka silah olduğunu söylüyor. Kısa bir zaman için dahi olsa durumların üzerine çıkabilecek mesafe ve beceri sağladığını söylüyor. Bu beceriye sahip olan Frankl, birlikte çalıştığı bir arkadaşına mizah eğitimi verdiğinden bahsediyor. Ve çalıştıkları zamanlarda, çeşitli olaylara bu beceriyi kullandıkları örnekleri paylaşıyor.

Frankl, kendisi hasta koğuşundayken tifüs hastalarının bulunduğu bir başka kampa tıbbi gönüllü olmayı kabul ediyor. Arkadaşlarının ve meslektaşlarının aksi yöndeki tavsiyelerine rağmen bu kararının arkasında duruyor. Çalışma grubunda kısa süre içinde ölebileceğini biliyor olsa da burada ölürse ölümünün bir anlamı olacağını söylüyor. Ot gibi yaşayıp, verimsiz bir işçi olarak ölmektense hekim olarak yardım etmek için çalışmanın daha anlamlı olacağını düşünüyor. Ve bu şartlar altında insan olmanın anlamını, bu anlamla yaşamanın etkisini tekrar karşımıza çıkarıyor. 

Kendine Saygı ve Akıl Sağlığı

Bu koşullar arasında insanın kendine olan saygısını koruması da oldukça zorlu görünüyor. Frankl, toplama kampında bir insanın kendine saygısını korumak için mücadele vermediği takdirde aklı iç özgürlüğü ve kişisel değerleri olan bir varlık olmak yani birey olma hissini kaybettiğini söylüyor. Bu duruma gelen bireyin kendisini sadece korkunç bir insan kitlesinin bir parçası olarak görmeye başladığını ve varoluşunun hayvan yaşamı seviyesine indiğini ekliyor. 

Özgürlük ve Seçimler

Frank, tutuklunun yaşamını belli bir kurulu düzene göre biçimlendiren yapısının çevresindekiler ve kamp hayatı olduğunu söylüyor. Bu durumda insan özgürlüğünü sorguladığımızda insanın çevresel faktörün diğer birçok koşulun dışında çok da fazla bir şey olmadığını düşünebiliriz. Fakat Frankl kamp yaşamı deneyimlerinden de yola çıkarak insanların eylem seçeneği olduğunu söyler. Bu örnekler genellikle kahramanlık öyküleri olsa da bu korkunç koşullara rağmen bireyin zihinsel bağımsızlığını koruyabildiğini gösterir. Ve bireyin her an bir seçim içerisinde olduğunu, insanın kararları sonucu neye dönüşeceğini, kendi verdiği kararın belirlediğini açıklar. 

Gaye Sahibi Olmak

Frankl, geleceğe bakma eyleminin, çok kolay olmasa da varoluşun en zorlu anlarında kurtuluş olabileceğini söyler. Varoluşçuluk ekolünden bağımsız diğer yaklaşımlarda da bu durumun karşımıza sıkça çıktığını söyleyebiliriz. Bireylerin kendi hedeflerini koyması onların zorluklarla mücadelesinde motivasyon kazanmasına yardımcı olacaktır. Koyacak bir hedefi, yaşamak için bir anlamı bulamadığında birey devam etmesine gerek olmadığını düşünebilir. 

Frankl bu durumdaki insanlar için, ‘Bunu söyleyen kişiye acıyın, yakında kaybolacaktır’ demiştir. Yani insanın anlamını, yaşama dair nedenini kaybetmesi özyitimini beraberinde getiriyor. Bunun öneminin farkında olan Frankl, fırsatını bulduğu anlarda bu konuya dair fikirlerini kamptaki arkadaşlarıyla paylaşmaktan esirgemiyor. Hatta kendini iyi hissetmediği bir anda, böyle bir fırsat ortaya çıktığı için kendisini cesaretlendirecek bir gruba konuşma yapma çabasını görüyoruz.

Bu konuşmanın özeti, tam olarak yaşadıkları o anda, bu umutsuz durumun içinde bir anlam bulmaları gerektiği oluyor. Bu çabasının başarıya ulaştığını Frank’ın arkadaşlarının teşekkür etmek için gözlerinde yaşlarla düşe kalka ona geldiklerini ifade etmesiyle anlıyoruz. Istırap içindeki yoldaşlarını cesaretlendirmek için kendisinin onlara temas edecek içsel gücü yakalaması, fiziksel olarak iyi hissetmediği bir anda mümkün olmuş oluyor. Yani Frankl özgür bilincinin yapmış olduğu tercihle, çevresel koşullara galip geliyor. Ve varoluşunun anlamını unutmayıp, etrafındakilerin hayatına dokunuyor.

3. Evre : Kamp Sonrası

Tutsağın serbest bırakıldıktan sonra ki psikolojisi olan üçüncü evreye geçelim. Günlerce süren gerginliğin ardından tutsaklar kampın esaretinden kurtuluyor. Frankl, bu iç gerilimin yerini tamamen rahatlamaya bıraktığını ama sevinçten de delirdiklerini ifade ediyor. ‘Özgürlük’ kavramını tekrar etsek dahi anlamını kavrayamıyorduk, o kadar çok hayal edip söyleşmiştik ki anlamını yitirmişti, diye ekliyor.

Onların bu hali zeminsizlik anksiyetesini anımsatıyor. Bunca zaman istemiş olmalarına karşın, özgürlüğün ellerinde olduğunu kavrayamıyorlar. Çiçeklerle dolu kırlara varıyor, orada olduklarını fark ediyor, ama onlarla ilgili hiçbir şey hissedemiyorduk, şeklinde anlatıyor Frankl. Tekrar ‘normal’ bir hale gelebilmek için yitirdikleri becerileri, yeniden yavaş yavaş öğrenmeleri gerektiğini ekliyor. Serbest bırakılan tutsakların başına gelen psikolojik olarak ‘depersonalizasyon’ adı verilebilir diyor Frankl. Çünkü bu anlarda her şeyin rüyadaymış gibi gerçekdışı göründüğünü söylüyor. Gerçek olduğuna inanmadıklarını hatta henüz bu dünyaya ait olmadıklarını anlatıyor.

Bu evre kişinin karşılaşabileceği tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Şiddetli zihinsel gerginlik sonrasındaki bu baskının aniden kalkması durumunun manevi ve ahlaki sağlığı zarara uğratabileceğini belirtiyor. Doğaları daha ilkel nitelikteki bireyler bu özgürlüğü fütursuzca ve saygısızca kullanabileceğini düşünüyor. Zor kullanmanın, adaletsizliğin nesnesi, ezileni değil; uygulayıcısı, ezeni oluyorlar. Yaşadıkları korkunç deneyimleri, bu davranışları yapabilme sebebi olarak görüyorlar.

Buna ek olarak, eski yaşamına döndüğünde yaşanılan içerleme ve hayal kırıklığının da özgürleşmiş tutsağın kişiliğini tehdit edebilen iki temel deneyim olduğunu belirtiyor. Hiç de az olmayan sayıda tutsağı bekleyen hayal kırıklığının, başa çıkılması zor bir deneyim olduğu, hatta bir psikiyatr için de bunun başa çıkmaya  yardımcı olmasının epey zor bir durum olduğu belirtiliyor. Bunca şeyin ardından Tanrı’dan başka korkacak hiçbir şeyin kalmadığını fark ettiğin andır, diyerek toplama kampı anılarının yer aldığı bölümü noktalıyor Frankl.

Logoteerapi ve Psikanaliz

Frankl kendi teorsinin ‘logoterapisi’ yi bir cümleyle açıklamasını isteyen Amerikalı doktora şöyle cevap veriyor, ‘Logoterapi danışan dik durmalı ama bazen duyması zor olan şeyleri duymalıdır.’ Bu cevabı psikanaliz ile karşılaştırmalı bir diyalog içinde veren Frankl, bu sözlerin yarı şaka olduğunu ve logoterapinin özeti sayılamayacağını ekliyor. Logoterapinin, psikanalizle karşılaştırıldığında daha az geçmişe yönelik ve biraz daha içgörüye dayanan bir yöntem olduğunu belirtiyor. Daha ziyade geleceğe dayandığını, danışanın gelecekte içini dolduracağı anlamlarla uğraştığını anlamlarla uğraştığını söylüyor. Yani logoterapi, anlam odaklı psikoterapi olarak karşımıza çıkıyor.

Logoterapi ve Hayatın Anlamı

Logoterapi ile ilgili bazı kavramlardan bahsedilen bu bölüm hayatın anlamının sürekli değiştiğinin ama hiç kaybolmadığının altını çiziyor. Logoterapi bakışı ile hayatın anlamın keşfetmek için üç yolumuz olduğunu belirtiyor. Bir üretimde bulunarak veya bir iş yaparak, bir şeyi deneyimleyerek ya da birileriyle temas ederek, kaçınılmaz olan ıstıraba karşı aldığımız tavırla. Logoterapinin temel dayanaklarından biri, insanın temel amacının haz almak veya acıdan kaçmak değil, hayatında anlam bulmak olduğuyla açıklanır. İnsan ıstırabının bir anlamı olduğu sürece ıstıraba razı olmasının nedeni de bu olarak söylenir. 

Bedelleri Sırtlanan Seçimler

Kitabın genelinde anlatıldığı ve varoluşçu yaklaşımın da benimsediği gibi insanın seçimleri onun sorumluluğuyla ilişiktir. Seçimlerinin sonucunda bedelleri de üstlenmelidir. Bu şekilde çevresel faktörleri yenebilir, kendi özgürlüğünde var olabilir. Umutsuz bir durumun çaresiz bir kurbanının bile, değiştiremeyeceği bir kader ile karşı karşıyayken kendi ötesine geçebileceğini ve bunu yaparken kendini değiştirebileceğini söyler Frankl.

Deneyimlerimizin, hiçbir şekilde bizden alınamayacağını, çaresi olmayan acıların bile ulvi bir deneyim olarak görülebileceğini, bunun ise bireyin elinde olduğunun çokça altını çiziyoruz. Bu seçimlerin edilgen bir hayatta, deneysel egodan bağımsızlığımızı sağlayabileceğini anlamalıyız. Çünkü birey kendi etkinliğini kazanma yolunu yine kendisi çabalayarak buluyor.

Koşullardan sıyrılarak aşkın bir ego deneyimiyle sıradanlığı hayatımızdan uzak bir köşede bırakabiliyoruz. Frankl’ın da dediği gibi, ‘bireysel farklılıklar belirsizleşmedi’. Kitabın genelinde örneklerine çeşitli durumlarda rastladığımız gibi, koşullar aynı olduğunda dahi bireyler farklılığını kendileri belirledi. Kitapta geçen Spinoza’nın son cümlesi, ‘Güzel olan her şey nadir olduğu kadar da güçtür’ der. Belki güzel olanlar istisna, azınlık olsa da ve azınlık kalacak olsa da bu azınlığa girmek için mücadele etmemiz gerekiyor. Frankl’ın dediği gibi,

‘Dünya kötü bir durumdadır ve her birimiz elimizden gelenin en iyisini yapmazsak daha da kötüsü olacaktır’.

 

Kaynak

İnsanın Anlam Arayışı kitap eleştirisi Psikolog Ceren Köken tarafından yazılmıştır. Ceren Köken psikoloji lisans eğitimini Ege Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Yüksek lisans eğitimine İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Klinik Psikoloji Programında devam etmektedir.